Araba Sevdası mı, Şatafat Sevdası mı?


    Edebi eserler yalnızca yazan kişinin hakkında bilgi sahibi yapmanın dışında aynı zamanda o dönemin toplumsal ve devlet yapısı hakkında önemli birtakım veriler içerirler. Romanın bazı türleri de sadece yazarın sanat anlayışı, dili kullanışı ve zihniyeti hakkında bilgi vermekle kalmaz, yazarın o eseri yazdığı periyotun dil yapısı, kültürel yaşantısı, tarihi olayları ve siyaseti hakkında da fikir vermektedir. Sosyal hayatın çoğu yansımalarını içeren erken dönem Türk romanlarından bazıları o çağın modernleşme ve siyaset ile ilgili çelişkileri başarılı bir şekilde sunduğu görülür. İlk Türk realist romanı olan Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası bu bağlamda değerlendirilebilecek olan mühim bir eserdir. Bu yazıda, 19. yüzyıldaki Osmanlı’nın modernleşme çabası ve içinde bulunduğu olumsuz durumlar ile Araba Sevdası’ndaki Bihruz’un hikayesinin benzerlikleri değerlendirilecektir.
     Bihruz’un hikayesi ile Osmanlı’nın şu durumları hakkında paralellik bulabiliriz: israf, batılılaşma (alafrangalaşma), dış borçlar ve toprak kayıpları. Eserde, Bihruz’un birçok borcu olmasına rağmen yaşam kalitesinden hiçbir şey kaybetmediğini görüyoruz. İçtiği içeceklerden, taktığı saat, giydiği elbise, bindiği araba daima o dönemin en üst kesiminin alışkanlıklarıdır ve aşırı harcama gerektirir. Bihruz’daki israf onu iflasa sürükler. Beyoğlu’ndaki Avrupa malı satan mağazalardan bir gidişte ısmarladıkları ve aldıkları doğrusu dudak uçuklatıcıdır. Zaten bu israf yüzünden Bihruz bir süre sonra konak, dükkan, han ne varsa satmak zorunda kalmıştır. Ayrıca, Bihruz’un genelde hep yerli yabancı esnafa borçlu olması (Terzi Mir ile komisyoncu Jak Kondoraki gibi) Osmanlı ekonomisinin yabancı unsurların elinde olduğunu ve sonunda Bihruz’un iflas etmesi ve icraya düşmesi bize Osmanlı’nın Düyun-ı Umumiye’nin eline düşmesini hatırlatır. Bihruz’un israfları, borçları ve elinden çıkardığı mülkler okuyucuya, Osmanlı’nın israfları, borçları ve elinden çıkan topraklarını düşündürmektedir. Örnek olarak, Kırım Savaşı sırasında Sultan Abdülmecid’in alınan borçlarla Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırması gibi. 
     Yanlış batılılaşma da eserde çok iyi işlenen bir konu olup, o dönemki Osmanlı’yı başarıyla yansıtmıştır. Mesela, romanda Bihruz’un öz değerlerini küçümseyip aşağıladığı görülüyor. Söz gelişi Türk dilini (Osmanlıca) yetersiz buluyor, Türkçede şiir söylenemeyeceğini ve Türklerde adam gibi şair yetişmediğini düşünen alafrangalara katılıyor. Divan şiirini okuyup anlayamıyor, kütüphanesindeki Türkçe, Arapça ve Farsça kitapları atıyor ve Batılı kitaplardan müteşekkil tam bir Avrupai bir kütüphane kuruyor ve Türk kadınlarını beğenmiyor. Bihruz’un Türk şiir ve edebiyatını beğenmeyişine ve Mösyö Pierre’in yol göstericiliğiyle dinlediği veya okuduğu Batı eserlerine bakıldığında bu durum, edebiyat ve sanatta da ikiliğin, daha doğrusu Osmanlı’da her alanda Batı’ya yöneliş şeklinde ortaya çıkan tekliğin ne kadar vahim bir durum ile karşı karşıya olduğumuzun ifadesidir. Osmanlı’da ise Şinasi ile birlikte dilde bir sadeleşme hareketi başlayıp, eski edebiyat terk edilmeye çalışılmış ve ilk Batılı tarzda eserler verilmeye başlanmıştır. Mimari alanda da, eski tarz mimari tarzlar terk edilmiş, Batı’dan etkilenilerek Barok mimarı tarzında saraylar ve camiler gibi eserler yapılmıştır. İlaveten, Bihruz’un Periveş ile iletişim kuramaması, Osmanlı’nın Batı'yla sağlıklı bir iletişim kuramamasını düşündürür. İletişimsizlik, her türlü yanlış anlamaya ve yanlış uygulamalara zemin hazırlar. Bihruz sadece platonik bir aşıktır, hayranlığı onu bir gerçekdışı dünyanın içinde yaşatır. Sağlıklı göremez, düşünemez, eyleme geçemez. İşte Osmanlı’nın başı bu sebeple yanlış batılılaşma ile derde girmiştir.
     Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası isimli eseri, yazıldığı dönemin koşullarını Bihruz Bey’in hikayesi yardımıyla başarılı bir şekilde okuyucularına ulaştırmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son demindeki yaptığı israf, yanlış batılılaşma, dış borçlar ve toprak kayıpları gibi hatalar Bihruz’un öyküsü ile çokça paralellik göstermektedir.Mesela, bir sokak kadını uğruna bütün varlığını har vurup harman savuran Bihruz, Osmanlı’nın Batılılaşmak için çoğu değerlerinden ve geleneklerinden nasıl feragat ettiğini bize apaçık yansıtmaktadır. Kısacası, Recaizade bu romanda görünürde bireyleri felakete sürükleyecek, fakat bir imparatorluğun tamamen mahvına sebep olacak hayranlık ve taklitçilik hastalıklarını ustalıkla kaleme almıştır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar